20 Kasım 2007 Salı

Eski ÜSKÜP'ÜM!!!!



Anlatılmaz Yaşanır!!!
İzleyin Bakalım....

19 Kasım 2007 Pazartesi

Bourne Ultimatum



Yabancı dvd çok fazla seyrederim ama müziklerini genelde pek beğenmem. Bourne Idendity, Supremacy ve ultimatum serilerini seyrettim açık söylemek gerekirse MATT DAMON gerçekten başarılı bir oyuncu. Emin değilim sanırım filmin ilk iki serisinde aynı şarkı vardı ama BU sefer yeni versiyonu bir harika. Şarkıyı Dinlemenizi ve özellikle ilk seriden başlayarak bütün bölümlerini seyretmenizi şiddetle tavsiye ediyorum :) Filmin karelerinden oluşan o muhteşem şarkıyı dinleteyim size. Besteci, orkestra şefi ve müzik yapımcısı olan John Powell'ın eseri olan şarkı çok ses getirdi. Bu seri dışında Robots, The Italian Job, Mr. and Mrs. Smith, Shrek, Chicken Run (co-composed withHarry Gregson-Williams),Endurance, Ice Age: The Meltdown ve Face/Off filimlerinin müziklerini de yaptı. Keyifle izleyin...

1 Kasım 2007 Perşembe

BU YAZIYA DA DİKKAT

Osmanlı, Rumeli'yi cephede değil masa başında kaybetti

Türkiye sınır ötesi operasyonu tartışıyor. Bazı çevreler "ABD'yi, AB'yi karşımıza almayalım; sorunu masada çözmeye çalışalım" diyor. Tarih tekerrür mü ediyor? Çünkü benzer olayları Osmanlı Devleti de yaşadı.
Bulgar, Yunan, Sırp çetelerine karşı Avcı Taburları'yla başarılı bir mücadele veren Osmanlı, Avrupa ülkelerini karşısına almamak için Balkan topraklarını birer birer masada kaybetti.

NE bu sayfada ne de kitaplarımda yorum analiz yapmamaya gayret ederim. Olguların-haberlerin ve tarihsel olayların daha öğretici olduğunu düşünürüm. Ama bazen...

Bazen insan soğukkanlılığını kaybediyor. Bazı köşe yazarlarının bu toprakların tarihini, kalemi ellerine aldıkları dönemle başlatmaları artık dayanılmaz boyuta geldi. Neredeyse herkes Türk Silahlı Kuvvetleri'ne "akıl" veriyor:

"Barzani güçleri artık düzenli orduya geçti, aman dikkat!"

"Kuzey Irak'a girdiğimizde ABD ordusu karşımıza çıkarsa ne yapacağımızı hesap etmeliyiz!"

"Askeri operasyondan önce meseleyi masada çözmeye çalışmalıyız!"

'VMRO' ADINI DUYDUNUZ MU

Bütün mesele tarihi gerçeklerin pek bilinmemesinden kaynaklanıyor aslında. Bilmiyorlar; Türk Silahlı Kuvvetleri tarihinin, terör örgütlerine karşı verilen mücadeleyle eşzamanlı olduğunu. Bu arkadaşlar Abdullah Öcalan adını biliyor. Peki:

Yunanlı Emanuil Ksantos, Nikolaos Sfukos, Anastasyas Çakalof adını duydular mı?

Bulgar Boris Sarafov, Saissij Hilandersky, Sofronij Vraçansky ya da Sırp Miloş Obradoviş ve Damien Gruev ismini hiç işittiler mi?

Balkanlar'ın en etkili terör örgütleri VMRO ve IMRO'dan haberdarlar mı?

Balkanlar'da fitili ateşleyen Konstantin Fotinov'un hem de İzmir'de çıkardığı "Lyubaslovie" adlı yayın organını biliyorlar mı?

Yunanistan, Sırbistan, Bulgaristan, Karadağ, Makedonya, Arnavutluk, Bosna-Hersek ve Romanya'nın (Eflak-Boğdan) nasıl kaybedildiği hakkında bilgi sahibi midirler? Sanmam. Peki:

Unutun yukarıdaki isimleri, çeteleri, yayın organlarını; bugün bazılarının AB üyesi olduğu bu ülkelerin Osmanlı'dan nasıl koptuğunu kısaca anlatmak istiyorum. Bugüne benzerliklerini siz bulun lütfen!

OYUN HEP AYNI

Taktik hep aynıydı:

Önce çeteler kurup isyan başlattılar. Mehmetçik çetelere dünyayı dar edince, "Aman koşun yardım edin, barbar Türkler katliam yapıyor" diye Avrupa'yı ayağa kaldırdılar.

Öyle ya bu insan hakları meselesiydi ve Avrupa bu konuda çok "duyarlıydı". Hemen olaya el koydular. Arka bahçelerini kaybetmek istemiyorlardı. Tabii "el koyma" diplomatik yollardan oluyordu!

Masalar kuruluyor ve diplomatik görüşmeler başlıyordu. İşte mihenk noktası bu masaydı.

Osmanlı masaya oturunca çaresiz kalıveriyordu. Nasıl olmasın, borç batağındaydı. Masada ne kadar kararlı gözükse de isteklerini pek yaptıramıyordu.

TÜRK SOYKIRIMI

Osmanlı Devleti masadan hep reform yapma sözüyle kalkıyordu. Devamlı da reformlar yaptı; Balkan tebaasına her türlü hürriyeti verdi.

Yetmedi.

Ardından özerk prenslikler, imtiyazlı bölge statüleri tanıdı. Yetmedi. Onlar hep daha çok istediler. Bağımsız devlet oldular; yine yetmedi. Bu kez daha çok toprak istediler. Bazen kendilerine güvenip Osmanlı'ya savaş açtılar.

Osmanlı işte o zaman rahatlıyordu; masadan kurtulmuştu. Yunan ordusunu da, Sırp ordusunu da cephede perişan etti. Ama sonuç alabildi mi? Hayır. Her seferinde düvel-i muazzama olaya "el koydu".

Osmanlı yine masaya oturtuldu. Ve o diplomasi masasında sürekli kaybetti. Osmanlı kaybettikçe çeteler azgınlaştı. Oyun tekrar tekrar sahneye kondu.

Mehmetçik yine çeteleri dağıttı; çetelerin Avrupa'daki uzantıları, "Aman yetişin barbar Türkler Hıristiyanları kesiyor" diye ortalığı ayağa kaldırdı.

İnanması zor ama bu oyun her seferinde etkili oldu. Osmanlı şaşkındı. Haklıydı. Ama anlatamıyordu. Sonuçta Balkanlar'ın güvenlik meselesini bile Avrupalılara bıraktı! Sorun çözüldü mü? Hayır.

Bu kez meselenin parlamentoda çözüleceği söylendi. Osmanlı, Yane Sandanski'den İsa Bolatin'e kadar çete liderlerini Osmanlı Meclis-i Mebusan'a taşıdı. Olmadı.

Ne yapsa ne etse yaranamadı Osmanlı.

Aslında bilmediği/görmediği bir gerçek vardı; mesele başkaydı. Mesele, Türklerin Avrupa'dan çıkarılmasıydı. Öyle olmasa, Balkanlar'da 4.5 milyon Türk öldürülürken insan hakları savunucusu Avrupalıların sesi çıkmaz mıydı?

Oysa uygar Batı kılını bile kıpırdatmadı.

Dün böyleydi; bugün farklı mı? Batı'nın elinde dün olduğu gibi bugün de kendi çizdiği bir harita var ve onu gerçekleştirmek için uğraşıyor.

Demokrasi, özgürlük, insan hakları Batı için aslında sadece laf-ü güzaftır.

Biz bu filmi gördük.

BAĞIMSIZ BATI TRAKYA CUMHURİYETİ

BALKAN Savaşları'nda Osmanlı'nın bozguna uğraması, ülke içindeki dengeleri de değiştirdi. İttihatçılar darbe yaparak iktidarı aldı. Ve kısa zamanda darmadağın olan orduyu savaşacak hale getirdi.

Osmanlı Ordusu 30 Haziran 1913'te Batı Trakya'ya doğru harekete geçti. Keşan, İpsala, Uzunköprü ve Edirne bir hafta içinde geri alındı. Ama ne yazık ki ordu hemen durduruldu. Cephede değil masada durduruldu.

Düvel-i muazzama elçileri Sadrazam Said Halim Paşa'ya koşmuşlar; Osmanlı'nın Londra Antlaşması'nın tek taraflı bozduğunu ve hemen "işgal" ettiği topraklardan çıkmasını söyleyerek, sözlü nota vermişlerdi.

Müzakereler sürerken Enver Paşa, 16 subay ve 100 Mehmetçik'ten oluşan müfrezeyi Bulgar zulmü altındaki Batı Trakya içlerine gönderdi. Kuşçubaşı Eşref komutasındaki müfreze, Edirne'den yola çıkıp Ortaköy'e geldiğinde, 1200 kişilik Bulgar çetesi tarafından vahşice katledilen 400 Türk köylüsünün cesediyle karşılaştı.

Bir gün sonra katliamcı Bulgar çetesi bulundu; darmadağın edildi; 5'i subay 95 kişi esir alındı. 1200 silaha el konuldu. Türk müfrezesi önüne ne gelirse ezip geçti; şiddetli çatışmalardan sonra Mestanlı ve Kırcaali ele geçirildi. Yedi düvelin baskısından bunalan İstanbul Hükümeti, Bulgar cephesindeki Enver Paşa'ya birliklerin çekilmesi emrini verdi.

Enver Paşa emri dinlemedi. Kuşçubaşı Eşref'in yanına Süleyman Askeri Bey komutasında bir birlik daha gönderdi. Kuşçubaşı Eşref ve Süleyman Askeri güçlerini birleştirip Gümülcine ile İskeçe'yi aldılar. Meriç boyunu Bulgarlardan tamamen temizlediler.

İki Türk birliği destan yazıyordu. Düvel-i muazzama ise yıkıyordu ortalığı. Sonunda Enver Paşa da, Kuşçubaşı Eşref ve Süleyman Askeri'ye "durun" demek zorunda bırakıldı.

Durmak yeterli değildi; Avrupalılar Türklerin "işgal" ettiği yerleri hemen boşaltılmasını istiyordu. İşte burada devreye Türk'ün zekásı girdi. Batı Trakya'yı ele geçiren Kuşçubaşı Eşref ve Süleyman Askeri Bey dünyaya bir açıklama yaptılar: "Bizim Osmanlı ile hiçbir ilgimiz yoktur!"

Ve ardından "Garbi Trakya Müstakil Hükümeti"nin kurulduğunu duyurdular.

İLK TÜRK CUMHURİYETİ

12 Eylül 1913 tarihinde kurulan bağımsız Türk devletinin yönetim şekli neydi biliyor musunuz; Cumhuriyet!

Devlet Başkanı Süleyman Askeri Bey'di. Genelkurmay Başkanı ise Kuşçubaşı Eşref. Yeni Türk devletinin başşehri Gümülcine'ydi. Bayrağı; ay yıldızlı, yeşil-beyaz-siyah renklerden oluşuyordu. Sözlerini bizzat Süleyman Askeri'nin yazdığı milli marşları bile vardı.

Posta teşkilatı kurup pul bastırdılar. Pasaport sistemi oluşturdular. Öyle herkes elini koluna sallaya sallaya gelemeyecekti yani!

Dünyayla haberleşmek için Batı Trakya Haber Ajansı'nı kurdular. "Özgür" adı verilen resmi gazete ile "Independant" adlı Türkçe-Fransızca gazete çıkarmaya başladılar.

Kısa zamanda 30 bin kişilik ordu oluşturdular. Amaç asker sayısını kısa zamanda 60 bine çıkarmaktı. Öte yandan:

Başta Rusya olmak üzere düvel-i muazzama, eğer bağımsız Türk devleti kendini lağvetmezse Osmanlı'nın doğusunda bağımsız Ermenistan kurdurulacağı tehdidini savurmaya başladı. (Ne rastlantı (!) değil mi, bugün de ellerinde yine Ermeni tasarısı var.)

Sonuçta, Osmanlı Hükümeti zorla masaya oturtuldu ve İstanbul Antlaşması, "Garbi Trakya Müstakil Hükümeti"nin sonu oldu.

Yeni cumhuriyetin ömrü ancak 55 gün sürebildi. Osmanlı yine diplomasi masasında kaybetmişti. Ayrılık günü, Batı Trakya'da kalanlar da gidenler de gözyaşlarına boğuldu. Son kez hükümet konağı önünde toplu bir fotoğraf çektirildi.

Bugün bazılarımız ne diyor; "Aman masaya oturalım!"

İbret alınsaydı tarih hiç tekerrür eder miydi?..

Mehmetçik 150 yıldır gerilla savaşı yapıyor
BUGÜN teröristlere karşı mücadele veren Özel Kuvvetler Komutanlığı'na bağlı özel harpçileri biliyorsunuzdur.

Peki, Avcı Taburları adını duydunuz mu? Çoğumuz bilmez.

Türk Ordusu'nun 25 yıldır gayri nizami harp yaptığı yazılıyor/söyleniyor. Oysa Mehmetçik bu savaşı 150 yıldır yapıyor.

Bu savaşı başlatan Avcı Taburları'dır.

Ondan doğan örgütün adı Teşkilat-ı Mahsusa'dır. Bu teşkilatın mirasını devralan ise özel harpçilerdir.

Osmanlı'nın ilk özel harp teşkilatı olarak Avcı Taburları'nı gösterebiliriz. Çetelere karşı düzenli orduyla karşılık veremeyeceğini anlayan Osmanlı bu nedenle, tıpkı çeteler gibi dağlarda yaşayan Avcı Taburları'nı organize etti.

Avcı Taburları, Rumeli'deki 3'üncü Ordu Komutanlığı'na bağlı kurulmuştu. Bunlar sorumlu oldukları bölgede devamlı hareket halindeydiler. Çeteler hangi yöntemleri kullanıyorsa onlar da aynısını yapıyorlardı. Bu gerilla taburunda genellikle Harp Okulu'ndan mezun olmuş mektepli subaylar görev yapıyordu. Bunun ayrıca özel bir nedeni vardı:

II. Abdülhamid, mektepli subayların İstanbul'da görev yapmasını istemiyordu. "Darbe yaparlar" diye çekiniyordu. Bu nedenle İstanbul'daki Hassa Ordusu'nda (1. Ordu) sadece, Padişah'a bağlı kapıkulu zihniyetindeki eğitimsiz alaylı askerleri tutuyordu.

Avcı Taburları komutanları arasında kimler yoktu ki: Enver, Cemal, Yakup Cemil, Eyüp Sabri, Resneli Niyazi, Cafer Tayyar, Yenibahçeli Şükrü, Mülazım Atıf, Süleyman Askeri, Kuşçubaşı Eşref, Filibeli Halim, Kazım Özalp, Kazım Karabekir ve daha niceleri...

Bu subayların çetelerle mücadelesi pek kolay olmadı. Harp Okulu'nda cephe savaşlarını öğrenmişlerdi; silahları kara tahtaya çizerek! Çünkü okulda silahların bulunması, ateş edilmesi Sultan'ın emriyle yasaktı! Bu şartlar altında mezun olan subaylar kendilerini Balkanlar'ın o zor coğrafi şartlarında ateş çemberi içinde buldular. Yine de hiç yılmadılar.

Giritli Kaptan Skalidis, Bulgar Petso, Rum Pirlepe, Arnavut Istaryalı Kamil, "Vardar Güneşi" adı verilen Apostol gibi onlarca çeteyi yok eden bu Avcı Taburları'ydı.

Avcı Taburları kısa zamanda gerilla savaşını öğrenmişti. Ama...

Ama yine karşılarında yedi düvel vardı.

Örneğin: Çetelerin silah depoları kiliseler ve papaz-rahip evleriydi. Osmanlı zabitleri aramak için buralara girdiklerinde çete taraftarları feryat ediyordu: "Kilisemizi yakıyorlar!" Sanki Osmanlı 600 yıl kiliseyle barışık olmamış gibi.

Yazdığımız gibi Avcı Taburları'nın kuruluş nedeni Yunan, Bulgar, Sırp vb. çetelere karşı mücadele vermekti. Bu çeteler başta Osmanlı zabitleri olmak üzere karakollara, köylere, yolcu gemilerine, demiryollarına, köprülere saldırılar düzenliyorlardı.

Akla gelecek her yöntemle suikast yapıyorlardı. Olayın trajikomik yanı, bu saldırılardan Avrupalılar zarar görürse onların maddi zararlarını da Osmanlı karşılıyordu. Çeteler bunu bildikleri için yabancı görevlileri kaçırıp fidye istiyorlardı.

Örneğin, Fransız maden müdürü Chevalier için 15 bin; İngiliz rahibe Mrs. Stene için 16 bin altınlık fidye parasını da Osmanlı ödemişti!

Bu arada Avcı Taburları'ndaki subaylar 250 kuruşluk maaşlarını bile alamıyorlardı! Neyse...

Avcı Taburları'nın çetelere karşı mücadelesinde de karşılarındaki güç Batı'ydı.

Örneğin, eli kanlı çete üyesini yakalayıp cezaevlerine koyuyorlardı. Ancak belli bir süre sonra Avrupa'nın baskısıyla bunlara af çıkıyordu. Salıverilen soluğu tekrar dağda alıyordu!

Yani: Başta Ruslar olmak üzere Avrupalılar, Türk askerinin moralini bozmak için ellerinden geleni yapıyordu.

Manastır'daki Rus Konsolosu Rostkovkiy kendisine selam durmadığı için bir Türk askerini kırbaçlayacak; Mehmetçik bu saldırıya dayanamayıp konsolosu öldürecekti.

Aslında Mehmetçik nefsi müdafaa yapmıştı ama Divanı Harp'te hemen idam edilivermişti; hem de olaya hiç karışmamış nöbetçi arkadaşıyla birlikte.

Osmanlı'da milliyetçilik/ulusalcılık nasıl doğdu sanıyorsunuz? Sonuç olarak, Osmanlı Avcı Taburları Rumeli Dağları'nda gerilla savaşını öğrendiler. Öyle iyi öğrendiler ki, mirası devralan Teşkilat-ı Mahsusa, I. Dünya Savaşı'nda düşmanları yıldıracak eylemler yaptı.

İşte kökü Avı Taburları'na ve Teşkilat-ı Mahsusa'ya dayanan özel harpçiler bugün kararlılıkla teröre karşı mücadele vermektedir.

Yani, söylendiği/yazıldığı gibi Türk Silahlı Kuvvetleri gerilla savaşını yeni öğrenmemiştir.
Soner Yalçın / 28 Ekim 2007 Hürriyet Gazetesi

BU YAZIYA DİKKAT !

YAKINDA MİGROSLAR WALL MART OLURSA WAL MART LA TANIŞACAK OLANLAR ..
Bilgilenmekte fayda var diye dusundum...kim bilir bize nasıl güzel tanıtılacak?..
Uzunca bir yazi ama enteresan ve fikir sahibi olmakta fayda var

Walmart canavarı son rakamlara göre 256 milyar dolar cirosu olan dev bir market zinciridir. Türkiye'nin koskoca bir ülke olarak toplam gayrisafi milli hasılasının 250 milyar dolar olduğunu düşünürseniz
WalMarta şirket değil,şirket süsü verilmiş devlet dememiz gerektiğini anlarsınız.
Bu koca devin kurucusu gerçektende tarihin gördüğü en kurnaz ve hırslı işadamlarından biri olan Sam Walton. 1962 senesinde mahalle bakkalı benzeri ufacık bir dükkandan bugünkü haline getirdiği WalMartın keyfini o da süremedi ve 1992 senesinde ardında Karun kadar zengin dört çocuk bırakarak herkes gibi bir kefenle dünyayı terk etti. Bugün şirketi profesyonel yöneticiler idare ederken Walton ailesinin üyeleri de 17 sülâlelerine yetecek parayı yemek tüm zamanlarını aldığı için pek ortada gözükmüyorlar.
Sam Waltonun başarısın ardındaki sır şudur. Sam Walton ikinci dünya savaşında Amerikan askeri istihbaratında subaydı ve Yüzbaşı rütbesine kadar görev yaptı. Bu dönemdeki görevi binlerce savaş esirinin tutulduğu dev toplama kamplarındaydı .
Sam Walton bu dönemde kapitalizmin bir sırrına vakıf oldu ve insanların çoğunluğunun güç ve korku karşısında nasıl beyinsiz koyunlara dönüşebildiğini bu esir kamplarındaki görevinde bizzat deneyerek öğrendi ve burada edindiği yaşam felsefesini hayatının geri
kalanında uyguladı.
Bugün WalMart şirketi de kurucularının izinden gitmektedir.
Şimdi gelin esir kamplarından edinilen bu felsefe WalMarta nasıl yansımış inceleyelim. WalMartın şirket parolası 'Always low Prices'dır yani 'Her zaman düşük fiyatlar' Peki ilk bakışta biz tüketiciler için
güzel gibi gözüken bu düşük fiyatları nasıl sağlıyorlar. Öncelikle WalMart şirketi bir yere girip dükkanını açtı mı ilk olarak elinden geleni ardına koymayarak tüm rakiplerini yok eder. Bakın rakiplerini geçer
demiyorum onları tam anlamıyla yok eder.
Sadece son on yılda Amerika'da Walmart tam 25 süper market zincirini yok etti ve bu hesaba dahil olmayan yüzlerce küçük ve orta boy esnafı tamamen buharlaştırdı. WalMart rekabete inanmaz tek inandığı ister ufak bir bakkal,ister orta boy bir market yada kendisi gibi koca bir süper market zinciri olsun bayrağını diktiği yerdeki tüm rakiplerini yok etmektir.
Yani Walmartın en ucuz market olması etrafında kendisinden ucuz fiyat verebilecek herhangi bir şirketi ayakta bırakmamasından ileri gelir.Bu birinci sebebti.
İkinci olarak WalMart şirketi devasa boyutlara sahip ve büyük miktarda parasal gücü olduğu için girdiği ülkedeki toptancıların hepsini ele geçirir. İlk olarak rakiplerinden daha fazla parayı peşin olarak vererek piyasadaki tüm toptancıları kendilerine bağlar. Çek senetle çalışmaya alışmış toptancı ve üreticiler bir anda kendilerine nakit olarak,zamanı nda verilen büyük çapta siparişleri görünce hepside göbek atarak Wal Martla çalışmaya başlarlar ama bu bir tuzaktır. WalMartın bu güzel tavırları rakiplerini yokedene veya kendisiyle rekabet edemez duruma düşürene kadar sürer.
Bu aşama geçildikten sonra WalMart toptancıların eline yeni bir anlaşma tutuşturur. Buna göre istediği ürünler kendisine istediği zaman ve istediği fiyattan verilmezse anlaşmasını tek taraflı
feshedebileceğ ini yazar. Garibim toptancılar kendilerini tümüyle WalMarta bağladıkları ve eski müşterilerini kaybettikleri için kendilerine ne söylenirse kuzu kuzu kabul ederler.
Bir süre sonra WalMart o kadar düşük teklifler vermeye başlarki toptancılar neredeyse maliyetine WalMarta çalışmaya başlarlar.
Walmartın bir diğer özelliğiyse çalışanlarını tam bir kölecilik mantığıyla çalıştırmasıdır. Walmart dünyadaki hiçbir işyerinde sendikalı işçilere izin vermez. Düşük fiyattan çalıştıracağı sendikasız
işçiler bulamazsa bu sefer ihtiyacı olan hizmetleri kendisi fason olarak dışarıdan getirtir.
Walmartın Çin'de,Bangladeş te,Latin Amerika'da kurduğu ve çocuk yaşta köle işçilerin neredeyse bedava üretim yaptığı pek çok tesisi vardır.
Amerika'da bile ülkeye kaçak giren göçmenler WalMartın onları ölü eşek fiyatına işe alacağını bilirler. WalMart aynı zamanda bayan çalışanları da pek sevmez.
Özellikle bayan çalışanların yükselmemesi için mağazalarındaki bayan yönetici stajyerleri kırk kiloluk köpek mamaları veya koca koca içecek kasalarının hamallığını yapmaya zorlayarak onları bezdirir ve ayrılmalarını sağlar. Ayrıca WalMart girdiği her ülkede özellikle kaçak işçilerle çalışmayı bir alışkanlık haline getirmiştir.
İşte tüm bu sebepler dolayısıyla bir yere Wal Mart girdimi bir süre sonra iflaslar,işsizlik ve tekelleşmede başlar. Amerika gibi bize göre nispeten oturmuş bir ülkede bile bunlar oluyorsa WalMartın Türkiye'de ne yapacağını kestirmek pek de zor değil. Bu yüzden WalMart kırk yıldır Amerikan orta sınıfında yarattığı nefret sayesinde artık yeni market açamaz hale geldi.
Son olarak Şikagoda açmak istediği bir alışveriş merkezi bölgedeki insanların ve sivil toplum örgütlerinin açtığı kampanyalar ve yoğun protestolar yüzünden iptal edildi. WalMartın az gelişmiş ülkelere yönelmesinin sebeplerinden biride budur.
WalMart kapitalizmin temel kuralı olan sömürdüğünü diğer ortaklarla paylaşma oyununu da iyi oynuyor. Mesela son iki başkanlık seçiminde Cumhuriyetçi parti ve Başkan Busha en büyük maddi destek verenlerden biride petrol şirketleriyle beraber WalMart olmuştur. Bu desteği bugünde sürdüğü gibi Amerikanın Irak işgali ve
emperyalist politikalarına da açıktan destek vermektedir. Buna bir iki somut örnek verelim. Amerikan Dış Savaşlar Gazileri adı verilen ve
Amerikanın emperyalist işgal savaşlarında görev alan askerlerin kurduğu bir vakfa (Foundation to the Veterans of Foreign Wars-VFW) bir milyon dolar bağışlayan WalMart bu vakıfla ortak olarak M.A.C.K kampanyası başlattı.
Buna göre Amerikanın dünyanın her yanına dağılmış 900 bin askerinin her birine Wal Mart tarafından özel hediye paketleri ulaştırılıyor ve aileleri ile konuşabilmeleri için bedava telefon kartları dağıtılıyor bu şekilde morali bozuk Amerikan askerlerine WalMart eliyle destek olunmakta.
Aynı zamanda Amerikan ordusunun yetersiz kaldığı durumlarda WalMart Irak cephesine yüzbinlerce su,iç çamaşırı gibi temel sarf malzemesi hibe etmekte. Bunun dışında WalMartın yüzlerce marketinde açılan mesaj defterlerine binlerce Amerikalı tarafından
yazılan moral mesajları her hafta özel uçaklarla Irak cephesine ulaştırılıyor.
Ayrıca Irakta öldürülen işgal ordusu askerlerinin resimleri yerel WalMartlarda oluşturulan 'Onur Köşeleri'ne asılmakta. (Yeri gelmişken acaba siz kaç marketimizde Güneydoğuda düşen şehitlerimizin resimlerini gördünüz bir düşünün bakalım. İşte elin adamı haksızda olsa davasına böyle sahip.)
Kısacası WalMart şirketi Irak işgalinde açık bir taraftır ve ileride Migros sayesinde Türkiye'de açılırsa sepetini harıl harıl dolduracaklar 'Onur köşelerinde' resimleri asılı duran askerlerin tecavüz ettiği küçük kızları
ve öldürdükleri insanları düşünürse iyi ederler.
Tabii WalMartın iyilikleri bunlarla sınırlı değil. Mesela fakirlere de çok yardım ediyor.Tabi bu fakirlerin ufak bir özellikleri olması lazım.
Yahudi olmaları gerek. 184 milyon dolar yardım yaptıkları 'United Way-Birleşik Yol' isimli yardım teşkilatı Evangelist papazlar ve yahudi hahamların 1887 yılında açtığı bir yardım vakfıdır. Bu vakfın ortağı da 'Yahudi Karşılıksız Kredi' kuruluşu ve o kuruluşta 'Yahudi Federasyonu' isimli orgüte bağlı. Bu kurumlar genelde Doğu Avrupa'dan Amerika'ya veya İsrail'e yeni göç etmiş zor durumdaki Yahudilere karşılıksız para dağıtıyorlar.(Bu arada bizim İslami finans kuruluşları denen yerler size üç kuruş para vermek için ya cemaat kartı yada ipotek isterler ama Yahudiler parayı karşılıksız veriyor, yazık bizim halimize) Bu ilginç kurumun sitesi ' www.jfla.org ' merak edenler bakabilir.
Toparlarsak sevgili dostlar girdiği yeri kurutan ve tekelleşen,Bush hükümetinin can dostu ve Irak işgalinin destekçisi olan Türkiye kadar ciroya sahip WalMart şirketi Koç Holdingin değerli katkılarıyla ülkemize giriyor .

25 Ekim 2007 Perşembe

KAFALARDA SORU İŞARETİ



Türkiyede Kimler MasoN
PDF Yazdır E-posta

Cumartesi, 11 Ağustos 2007
Ülkemiz her ne kadar demokrasi ve Cumhuriyet Ülkesi olsada ne yazıkkı Son noktayı başka güçlerin Kullandığıdır. Bu güçler kendilerine eLit tabaka denilen bürokrasiden meclise kadar her yanı sarmiş bir ağ parçası gibidir.http://www.turksanal.com Ülkemizin kanını emen gerçek sahipleri kendi sanan Bu insanlar herşeyi saDece kendi çıkarları için kullandıklarını ve bunu yaparken dört bir yanımızı sardıklarını bu yazıylan araştırmacı bir yazar ortaya çıkarıyor herkesin bildiği ama kimsenin söylemeye cesaret edemediği araştırma. Gerçek Kurtlar Vadisi’inde Sebataycıların yönetici, mafya konumundaki altdakilerin günah keçisi, sıradan işçi olduğunu pek az insan farkedebiliyor. Soner Yalçın ‘ Efendi’ adlı kitabını boşyere yazmadı. Bu kitap; çifte dinle ve kimlikle yaşadıkları için su yüzüne bugüne kadar çıkamayan, hain, dönek damgası yemekten korkan ülkemizin gerçek yöneticileri Sebataycıların, Türkiye’nin AB’ne bağlanan umutlarıyla paralel su yüzüne çıkma girişimidir. Bu vitrini hazırlamak Yalçın’ın deyimiyle ‘ dincilere’ bırakılamazdı. Artık herkes onlardan saygı ve korku ile bahsetmeliydi; şapka çıkarmalıydı. Yalçın’ın gayretkeşliği bu yüzdendi. ‘20. yüzyılda Yahudiler iki devlet kurdu biri Türkiye, diğeri İsrail’dir’ diyen Sebataycıların ülkemizde kurduğu gerçek Kurtlar Vadisi’ni okumaya hazır olun… Derin devlet konusunda ‘Milli Stratejik Konsept’ adlı bir kitap yazan ve Çevik Bir tarafından mahkemeye verilip beraat eden eski MİTci akademisyen dostum Doç. Dr. Nurallah Aydın’ın anlattıkları aslında ‘off the record’ idi. Artık yazmak zorundayım. 33. dereceden mason olan Süleyman Demirel’in en önemli özelliği MİT’de Aydın gibilerle sivil yapılanma kurabilmesiydi. Demirelle birlikte Aydında tasfiye edildi; zaten anlattıkları intikam içindi. Sebataycıların ‘bizdendi’ diye sahiplendiği Atatürk, mason localarını kapatmıştı ve komunist yapılanmalarına göz açtırmamıştı. Selanik’ten ülkemize getirdiği çoğunluğu yüksek eğitimli ve paralı Sebataycıların Türkiye cumhuriyeti ve inkilaplarının çekirdek kadrosu olduğu doğru bile olsa Atatürk’ün ucu dışarıda olan yapılanmalara soğuk yaklaştığı inkar edilemez. Zaten Türkiye’nin gerçek Kurtlar Vadisi, Atatürk’ün ölümünden sonra TL’ye resmini bastıracak kadar hoyratlaşan İsmet İnönü’nün hediyesidir. Eşi Mevhibe Sebataycıdır aynen Bülent Ecevit’in eşi Rahşan gibi. SebataycıYakup Kadri, Halide Edip, Fatih Rıfkı Atay, Ahmet Emin Yalman, Abdi İpekçiler den bugüne geldiğimizde bu entellektüel misyonu taşıyan Orhan Pamuk gibi kalemler, bizi hep bizden uzaklaştırdı. Bir yandan kültürel yozlaşma bir yandan asıl güçlerini barındıran iş dünyasıyla ortaklaşa ülkemizi sömürdüler. Siyaseti onlar belirledi ve ek olarak medya-mafya-asker-bürokrat bağlantılarını kullanarak demokrasimizin acı tarihine düşen dört askeri darbeyi onlar fişekledi. Nurallah Aydın’ın dilinden işte müthiş gerçekler: Derin devlete alnı secdeye değeni almazlar. Hiyerarşik bir yapılanmaya sahip gizli örgütlenme 4000 kişiden oluşur. İş adamı, gazeteci, asker, akademisyen hepsi saygın güya laik Kemalist büyük bir gizli örgüttür. Askerler sanıldığı gibi Konsey’de çoğu zaman başkan değildir, üyedir. Emekli olduktan sonra büyük holdinglerde danışman sıfatıyla yüksek maaşa bağlananları araştırırsanız kimler olduğunu bulursunuz. ( Korkmaz Yiğit’in danışmanı Güven Erkaya ve Cavit Çağlar-Hayyam Garipoğlu’nun danışmanı Teoman Koman, Fenerbahçe Cumhuriyet’inden Atilla Kıyat gibi F.A.) Bu askerler TSK’yı temsil etmesede öyle görülür. Tüm MGK Genel Sekreterleri( Nuretin Ersin, Tuncer Kılıç gibi F.A.) ile derin devlet arasındaki askerler arasında direk ilişki olması düşündürücüdür. İlk defa Çevik Bir Genelkurmay 2. Başkanı olarak bu hiyerarşiyi bozdu ve başkanlığa adylığını koydu. 28 Şubatta aşırı çaba sarfetti. Esasen kararı verecek Konsey’in gizli başkanı Anadolu kaplanlarına savaş açan İstanbul dükalığının patronu, ülkemizin en zengin -Holdinginin sahibi Koç’tur.( Koçların yanısıra, Sabancı, son yıllarda Karamehmetler, Kamuran Çörtük, Uzanlar, Ayhan Şahenk- Doğuş Grubu, Eczacıbaşıoğlu, Ulusoylar Konseyde temsil edilir. F.A) 28 Şubat irticaya karşı mücadele değil İstanbul dükalığına karşı ekonomik mücadele başlatan Anadolu kaplanlarını kafese sokma darbesidir. 5000 şirketin önü yeşil sermaye diye kesilmiştir. Bu grupların gazeteleri, derin devletin 28 Şubat operasyonunda provakyonculuk yapmıştır. 28 Şubatla derin devlet, askerleri kullanarak Anadolu Kaplanı denilen ülkenin gerçek sahibi dindar kesimleri sindirmiş, Sebataycı sermayeyi rahatlatmıştır. Derin devletin liberal gazeteleri Hürriyet, Milliyet; sol eli Cumhuriyet kirli tettikçi sol eli Aydınlık, kirli sağ eli ise kendileri bilmesede Akit-Vakittir. Derin devletin gazetecileri tetikçilik yapar, ancak Uğur Mumcu gibi ileri gittiği için kalemi kırılanlarda olur. Bir dönem Sebataycı Güneri Civaoğlu parlatılır, bir dönem Ertuğrul Özkök, Emin Çölaşan, Fatih Altaylı tetikçilik yapar. 28 Şubatda olduğu gibi bir dönem gelir Sebataycı Dinç Bilgin’in gazetesi Sabah’ın manşetlerini Sebataycı Çevik Bir sabah veya öğle toplantılarına katılarak atar. Hürrüyet ve Akit’in bazı manşetleri taraflarından hazırlanır; biri gerer, diğeri tetiği çeker. Ülkücülere 1980 sonrası mafya görevi verilir ve yurtdışında suikastlar, darbeler ihale edilir. MİT’in derin adamları onları gizli operasyonlarda kullandığı için mutludur; ellerini sıcak sudan soğuk suya sokmayarak istihbarat yaparlar. Sebataycılar, hoşlanmadıkları Mehmet Eymür-Hiram Abbas ikilisinden Mehmet Ağar- Şengal Atasağun ikilisine bayrağı darbe ile devrederek yeni bir sayfa açarlar. Bu nedenle Susurluk’ta Abdullah Çatlı, daha sonra Yeşil tasfiye edilir; kullanılan eski tetikçiler Oral Çelik, Abdullah Argun artık yetim kalmıştır; vatanı için çalıştığını sanan aşırı heyacanlı sonuçta hep kullanılarak paçavra gibi bir kenara atılmışlardır. Oysa bir dönem kara ticaret onlarla yürütülürdü, ancak nedense cepleri hep boştur. Mehmet Ağar, geleceğin parlayan gülüdür. Akademisyenlerde bu gruptadır, hata yapanın kalemi kırılır( Necip Hablemitoğlu gibi verilen görevde sapla samanı karıştıranların kalemi kırılır; düştüğü bataklıkta batar. F.A.) Konseye üye ‘Derin Akademisyenler’ Atatürk ve laikliğin arkasına saklanarak ülkenin gerçek sahiplerinin önünü irtica safsatası ile tıkarlar. Başörtüsü, YÖK, İmam Hatip krizleri bir şal gibi Konsey ve örgüt ortakları Sebataycı vurguncuların soygunlarını gündemden düşürür, üstünü örter. Ülkenin bankaları hortumlanırken gürültü çıkartırlar ve dikkatleri başka tarafa çekerler. Bankaları hortumlayanların çoğu Sebataycıdır ve derin devletin bilgisi dahilinde olmuştur. Eğer derin devletin mafya kasası, tefeci Yahudi Nesim Malki öldürüldüğünde İsrail’in 2 milyar doları kaybolmamış olsaydı, Kurtlar Vadisi bu denli karışmayacaktı. Mossad seri suikastlarla tahsilata başlamasa idi ne Türkbank skandalı ortaya çıkar, nede bankaların hortumlandığını kavrayabilirdik. Çakıcı- Yiğit- Mesut Yılmaz-Güneş Taner bağlantıları saçılırdı. Mossad, para derdine kendi ayağını vurmuştu. Bu ülkenin 50 milyar dolarını bankalarda batıranların arkasında gizli bir örgüt yapılanması aranmalıydı. Derin devletin haberi olmadan bu kadar soygun yapılamazdı. Bazılarına göre bu gizli örgütün adı Ergenekondur. Diğer tanımıyla NATO üyesi ülkelerde CIA tarafından kurdurulmuş Gladio. Yalnız tek farkı Mossad’ın katkılarıyla örgütlenme Sebataycı eksenli Masonik bir temelde gelişmişti. Çıkarları için sağ el veya sol el farketmiyordu. Logosunun yanında 50 yıldır takiyye yaparak ‘ Türkiye Türklerindir’ diyen gazete medyadaki ana üsleriydi; dolayısıyla Koç Grubu’nun çıkarları Türkiye’nin çıkarlarından önce geliyor. Kemalizm ve laiklik oyuncaklarıyla Sebataycı örgütlenmeye karşı çıkanlar yok ediliyor veya sindiriliyor. Bir ahtapot gibi kolları olan bu örgütün ülkemizdeki yasal adı ‘CIRCLE D’ORIENT’- ‘Büyük Klüp. İngilizce isminde geçen ‘ Circle’ aynı zamanda Tapınakcıların yurtdışındaki yayın organının ismidir. Siyonizm, Sabataycılar ve Tapınak Şövelyeleri arasındaki gizli bağlantı Siyonist Tapınağı Tarikatı’na kadar uzanır. Üstadı azamlarının ünvanı ‘ Denizci’dir. Güven Erkaya’nın bir dönem başkanlığını yürütmesi sadece eski Deniz Kuvvetleri Komutanı olmasından kaynaklanmamaktaydı. Emekli deniz oramiralı ve 12 Eylül sonrası başbakanlık yapan Bülent Ulusu, uzun süre Büyük Klüp’ün başkanlığını yürüttü, halen üyedir. Onun döneminde üye olan meşhurlar arasında babasından misyonu devralan Mehmet Ağar ve Beşiktaş’ın efsanevi başkanı Süleyman Seba sayılabilir. Seba, emekli olmadan önce MİT’in İstanbul Bölge Müdürüdür. Ünlü mafya babası Aladdin Çakıcı, Ulusu döneminde üye kabul edilir. Çakıcı, ülkenin en büyük uyuşturucu ve silah taciri Dündar Kılıç’ın damadıdır. Sebataycıların kullandığı mafya kolunu temsil etmektedir. Kara para onlardan sorulur. Hakkındaki onca delile rağmen beraat ettirilir. Çakıcı, bu ülkede devletin adamı olarak derin devlete çalışan en derin adamdır. Konuşursa alem karışır. Bu nedenle devlet eliyle kaçırılır. Sinan Engin sadece talimatı yerine getirmiştir. İngilizcesiyle “MORAL REARMAMENT-MR”, Türkçesiyle “MANEVI CİHAZLANMA TEŞKİLATI” nın kökleri dışardadır. Tapınakcıların, zuhruna vesile oldukları Protestan mezhebinin bağlısı (Lutheryan) Amerikan Pastor’u Frank Buchman tarafından, 1929’da “Oxford Group” olarak tesis edilir. Buchman daha sonra, İngilterede EVANJELİK olur; yani Bush oğlu Bush’un, “Yeni Dünya Düzencileri”nin mezhebine duhul eder!.. Bu derneğin Türkiye şubesi Beyoglu’ndadır. Hatta oranın bir sokağında, “Asmalı Mescid vardır; aynı sokakta, “B’NAI B’RITH-AHDİN KARDEŞLERİ” teşkilatı, “FAKİRLERİ KORUMA DERNEĞİ” adı altında faaliyet göstermektedirler. İşte bu sokakta, “MANEVİ CİHAZLANMA TEŞKİLATI” da faaliyete başlar. “Toplum faydasına dernekler” listesinde olup, vergiden muaf ve üste “bütçe”den para da alan bu -bu iki- derneğin kurucu başkanu, -mini mini vali” Prof. Dr. FAHRETTİN KERİM GÖKAY’dır… 33. dereceden mason olan bu adamın, Göztepe-İstasyon durağındaki köşkü teşkilatın toplantı yeri idi; şimdi dikkat, bir başka toplantı yeri ise İSMAİL AĞAR’ın, Kadıköy’deki köşkü… Bu adam, 60 ihtilalinde idam edilen F. R. Zorlu’nun da akrabası ve Ayasofya’nın Ortadoks ibadetine açılmasını istiyor. Heybeliada’daki Ruhbani okulunun açılmasıyla istekleri durulmayacak. Bu teşkilatın bir diğer üyesi ise, HAZIM ATIF KUYUCAK;bu adam, “Supreme Konsul’de Türküye Masonlarını temsil eden iki kişiden biri; diğeri de “Ceza”cı meşhur dönme Sahir Erman… Kuyucak, “Nur Locası”nın da Üstadı olan bir Mason; “Avrupa Birligi”nin “sevdalısı” biri… Celal Bayar, Vehbi Koç, Sakıp Sabancı, İ. Sabri Çağlayangil, bunun “altında” olan adamlar… Bu “Manevi Cihazlanma Teşkilatı”nın bütün üyeleri aynı zamanda ‘Büyük Klüp’ün üyeleri… Bu BÜYÜK KLÜB’e kimler üye… Gündüz Kılıç, Bülent Ulusu, Cevher Özden (Banker Kastelli) Ali Rıza Çarmıklı, A. Emin Yalman, (Tek Dünya Fikrini Yayma Cemiyeti”ni dahi kurmuştur.), Ömer Çavuşoğlu, -kardeşi- Nazlı Ilıcak ve kocası Kemal Ilıcak, Nejat Eczacıbaşı, Sabri Ruso, Duran Kalkan, (99’a kadar 13 sene başkanlığını yapmış), Çetin Emeç, Ahmet Fevzi Ellialtıoğlu (devşirme, babalarından biri Yeniçeri Ocağının “56. Ortası”na mensub), Sadettin Bilgiç, Gazanfer İlge, Atalay Coşkunoğlu, Yuda Leon Cukran, Mehmet Emin Karamehmetler, Ümit Aslan Utku, Nejat Tümer (emekli Oramiral), Enver Necdet Egeran (Muhteşem Salomon’a “Mason değildir” belgesi veren TPAO’nun yıllarca başında oturmuş adam) Başaran Ulusoy, Selçuk Maruflu, (ANAP’lı, “Arı Grubu”, “Finans Klüp” ve “Mülkiyeliler Birliği” üyesi, DPT ve Eximbank’ta uzun süre çalıştı.) Raif Dinçkök, Adem Ceylan (meşhur Ceylan Holdingin “para işlerine” bakan üyesi, bu aile eski İstanbul Emniyet Mdr. Hasan Özdemir ile eski Mly. Bkn. Masum Türker’i parmaklarında oynatırlar ve “iş” takibi yaptırırlardı) Vehbi Koç, Sakıp Sabancı, Şerif Egeli vesaire… Hafızanızı tazeleyeyim, Büyük Külüp’ün ismi, “Susurluk” meselesinde de geçmiş, hatta Başkanı Duran Kalkan gizlice giderek ifade bile vermişti. Derin devletin iki Yalçın’ını (Küçük ve Soner’i) Sebataycılarla ilgili yazdıkları kitaplarda “maksatlı” bulmamın sebebi, “Geyik” muhabbeti ile kulaklarına üflenen malumatları “deve” yapmaları ve bu sayede de Kemalist Oligarşi’nin hayatta kalması için “saf müslüman avına” çıkmaları… Bu ülkenin sahibi Sebataycılar diyerek aba altından sopa gösteriyorlar. Büyük Külüp’ün 2003 tarihli yönetim listesini isteyenlere sunuyorum. Bunun temininde İstanbul Sevi’nin (Sandal’daki) katkısı mevcut, müteşekkirim. “BÜYÜK KÜLÜP” İDARI HEYETI YÖNETİM KURULU: BAŞKAN: DURAN AKBULUT Sanayici, GÜNDÜZ KAPTANOĞLU Armatör, Türk Armatörler Birliği Koop. Bşk. ERCAN TARGAY Bankacı TEVFİK ALTINOK Hazine ve Dış Ticaret Eski Müsteşarı M. OKAN OGUZ Sanayici, İhracatcı (TİM Eski Başkanı) RIDVAN KARTAL Avukat, Ekonomist, Armatör YAĞIZ DAĞLI Hukukcu, Uluslararası Av. Birliği Yön. Kur. Üy. ERGUN EREZ İnş. Müteahhidi FERİDUN PEHLİVAN 19. ve 20. dönem Bursa Milletvekili MEHMET ÖZCAN Sanayici NURİ BAYLAR İşadamı YEDEK UYELER: PERVİZ ZEKIOĞLU Sanayici O. TAYLAN KENDİRLİ Ekonomist ÇETİN YENTUR Bankacı İNAN ŞEFKATLİOĞLU Sigortacı HANDE YILMAZ İhracatcı MURAT NUMAN ERDEM Ekonomist NEVHAN GÜNDÜZ Işletmeci BALOTAJ KURULU: ALİ RIZA ÖZKAN Sanayici METİN SELÇUK Bankacı, Halkbank Eski Gn. Md. Yard. AHMET MALAZ Sanayici MEHMET SEREN DİNÇLER Avukat AHMET BEDRİ İNCE Armatör KOPTAGEL İLGÜN Prof. Dr. Eski Başhekim SELCUK GÖKÇE İhracatcı HASMET OLGAÇ Kimya Mühendisi MELİH TAVUKCUOĞLU Müteahhit RIZA DEDEHAYIR İşadamı AHMET ÖZBİLGE Yönetici ADEM CEYLAN Sanayici MİSEL GÜLÇİCEK Sanayici BURHAN SARGIN İşadamı UGURMAN YELKENCİOĞLU Yönetici, Tofaş Eski Gen. Md. YEDEK UYELER: SERPİL BAĞRIAÇIK Ekonomist COŞKUN BEKAR Gümruk Müşaviri EMİR BERDUK MARSAN Yönetici MEHMET G. GÜVEN Endüstri ve Kimya Mühendisi ATİLLA TACİR Ekonomist DİSİPLİN KURULU YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN Anayasa Mahkemesi Eski Başkanı NECIP KOCAYUSUFPAŞAOĞLU Prof. Dr. (Hukuk) NEZİH ISERI Emekli Amiral, Yuksek Muhendis NAZMI AKIMAN Emekli Buyukelci AHMET SERPIL Prof. Dr. Yeditepe Üniversitesi Rektörü EROL CİHAN Prof. Dr. Av. SABİ RUSO Avukat SEVGİ GÜMÜŞTEKİN Avukat THY Genel Müdür Eski Muavini TURGUT İÇTEN Yeminli Mali Müşavir ERSİN ETİ Dr. Yüksek Mühendis ERTUNA YAŞAR Avukat YEDEK UYELER: BESALET BARIM İşadamı OKTAY ÖZCAN İthalat-İhracat İSMAİL YILDIZ İşadamı ZEKİ TANYERİ Sanayici TEKİN AKMANSOY Sanatcı DENETLEME KURULU: HALİL GÜMÜŞ Yeminli Mali Müşavir ALPER KUŞS İst. Eski Defterdarı ENGİN BERKER Yeminli Mali Müşavir YEDEK UYELER SİNAN KILIÇ Doktor YİĞİT TAVUKCUOĞLU Ekonomist ORHAN TUNCER İşadamı.

kaynak http://www.sonsaniye.net

15 Ekim 2007 Pazartesi

DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN

Hayatta öyle insanlar insanlar vardır ki ön yargılarına yenilip konuşmak istemezsin ama bir defa konuşmaya gör işler kalbine bir arkadaş bir kardeş bir dost misali.İşte öyleleri çok az girer hayatına।İşte öyleleri adam gibi adamdır ve yüzüstü bırakmayandır।
DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN!!!

13 Ekim 2007 Cumartesi

İnanılmaz Sandalye

Robot teknolojisi hızla gelişiyor। Sensörler sayesinde etkileşimli hale gelen teknoloji, artık kendini tamir edebiliyor!

Robot teknolojisi, 21. yüzyılın en çok merakla izlenen teknolojilerinin başında geliyor. Devamlı gelişen bu teknoloji her geçen gün büyük yeniliklere sahne oluyor. Robotlar sensörleri sayesinde artık insanlarla etkileşim içerisine girebiliyorlar. Dış çevreyle etkileşime girmeleri dışında değişik şeyler de yapabilme kapasiteleri var. Bunun son örneği de haberin konusu olan "kendini yenileyebilen sandalye". Bu sandalye kırıldığında hiçbir müdahale olmadan kendini yenileyebiliyor. Bu süreç biraz yavaş olsa da oldukça iyi bir gelişme.

Bir sandalyenin kırıldığında kendini yenilemesi ne işimize yarayacak diye düşünebiliriz fakat şunu unutmamalıyız ki bu sadece bir adım. Bu teknoloji ileride gelişerek çok daha işimize yarayacak formda karşımıza çıkabilir.

Lafı fazla dolandırmadan sizi video ile başbaşa bırakalım:

9 Ekim 2007 Salı

Evim Evim Güzel Evim

Yeni evim !... Yeni dünyam!.. Yeni evime özellikle yeni yeni alıştığım yeni odama daha bir aşığım eskisinden, yeni odamı daha bir değişik seviyorum. Üsküp kanatlarımın altında çünkü yada ayaklarımın altında... Cennet anaların ayakları altında misali gibi. Üsküp küçük, Üsküp güzel, Üsküp şirin. Üsküp manzaralı yeni daireme bu yüzden aşığım. Odamın küçük balkonundan manzaralara eminim sizde bayılacaksınız. Bu fotoğrafları çekerken gün yeni yeni aydınlanmaya başlıyordu sabah ezanı daha yeni bitmişti. Sultan Murat diğer bir ismiyle Saat Kule Camiisi'nin güzel sesli imamı daha yeni tekbir vermişti, daha yeni gün aydınlanmıştı. Yeni evimi, yeni dairemi ve de özellikle yeni odamın yani yeni dünyamın manzarasını sizinle yeni blogumda paylaşmak istedim, sabırsızlıkla. Karşıda turuncu kule Saat Kulesi. Resmin sağ tarafında gri renkteki taş bina da Makedonyanın ilk devlet üniversitesi Aya Kiril ve Metodiy. Ordan mezun olmuştum aylar önce :) .......
Küçük balkonumdan sağ tarafa dönüpte manzarayı fotoğraf karesinin içine aldığımda bu poz yankılandı dijital fotoğraf makinemin ekranında.
Üsküp ki Yıldırım Bayezid Han diyarıdır,
Evlâd-ı Fâtihana onun yâdigârıdır,
Üsküp ki Şar Dağı'nda devamıydı Bursa'nın
Bir lâle bahçesiydi dökülmüş temiz kanın.....

boşuna dememiş Üsküp doğumlu ünü sınırları aşan şair Yâhya Kemal Beyatlı. Çünkü Üsküp gerçekten Bursa kadar yeşil Bursa kadar bir evlâdı fatihan diyarı. Hatta Bursa'dan daha Türkî bir memleket benim görüşüme göre. Burası işgâl edilmiş Türk toprakları bana göre ve Balkanlar hep Türk gibi kokar Türk gibi yaşar fikrimce. Yukardaki fotoğrafta görülen Üsküp'ün ünlü kavşaklarından biri. Tam karşıdaki kahverengi siyah camlı bina Üsküp'ün Ana Mahkeme Binası. Ağaçların arasında sadece tepesi görünen ise MRT daha doğrusu Makedonya Radyo Televizyon Binası.. Sağda koşede kırmızı parmaklı balkonu olan ve az bir bölümü görünen ise 'Mavrovka' alışveriş merkezi. Yukarı doğru giden yol ise şehir merkezine çıkıyor.
Gel gelelim odamı niye okadar çok seviyorum meselesine. Şu anda odamı 18 yaşındaki erkek kardeşimle paylaşıyorum arada beni sinirlendiriyor :) . Gerçi ben de dağınık biri sayılırım ama onun gibisi düşman başına :) Ama herşeye rağmen onu kimselere değişmeyeceğimi de biliyor o benim birtanem hayatım. Genelde kardeşler odada kalırsa alt ve üst olmak üzere yataklar vardır ve bizde de böyle bir yatak var odamızda. Alt katta kendisi üst katta ben uyuyorum :) inanır mısınız yeni dairemize taşınalı iki ay oldu ama iki aydır keyifle Üsküp kanatlarımın altında misali uyuyorum. Benim için uçmak özgürlüktür ve sanki uçuyorum uyurken. Çünkü yatağım pencereyle aynı hizada. Yatağımda pencerenin hemen önünde ve melekler misali keyif içinde üst ve alttaki fotoğraflarda yer alan manzaraya bakarak keyif alarak uyuyorum. Bundan iyisi can sağlığı. Sanırım bukadar güzelliği bana bahşettiği için Allah'ıma binlerce teşekkür etmek gerek. Şükürler olsun diyorum ve blog siteme girip ilk yazımı okuyan bütün okuyucularıma da hoşgeldiniz diyorum bloga eklediğim Sezen Aksu'nun şarkısı Hoşgeldin'i de size ithaf ediyorum.
Teşekkür ediyorum!!!